“ Merhaba, ben Kızıl Lale” dedi, çölün ortasında açmış bulunan güzelim lale.
Mevsim dönümlerindeki kum fırtınaları dışında sessiz sedasız bir yaşam süren Çöl ise bu durum karşısında şaşkındı pek tabi. İlk kez, göçmen kuşların anlattığı ‘Yaşamın Ahengine’ ait bir şeyle karşılaşıyordu. Üstelik göçmen kuşların bahislerinde geçenden çok daha güzeldi bu şey.
Sert mizacını az biraz saklamaya çalışarak sordu Çöl, Lale’ye:
“Topraklarıma yolun nasıl düştü? Neden buradasın?”
Kendinden emin lale, yapraklarını bir o tarafa bir bu tarafa sallayarak cevap verdi:
“ Hıhh… Merak etme yavan toprak; isteyerek, düşleyerek gelmedim buralara. Ben telli turnaların en zarif uçuşlarını yaptığı, en berrak renkli dağ keçilerinin yaşadığı, kokusu en tarifsiz, en leziz balı yapan arıların etrafımda dört döndüğü, yeşilin her mevsim farklı tonları ile bezendiği topraklarda yaşıyordum. Gel gör ki yolunu şaşırmış bir göçmen kuş kafilesinin gazabına uğradım. Kökümden koparıldığım an ve burada senin şu yavan ve tek düze topraklarında gözümü açtığım an dışında bildiğim yok. “ dedi.
Nice yıllar boyunca üzerinden onca insanın, hayvanın geçtiği; güneşin en yakıcı ışığının, ayın en parlak aydınlığının her gün misafir olduğu çöl, lalenin büyük bir özlemle anlattığı ahenkli hayatın yanında kendi yaşamını küçümsemesine pek içerledi. Güzelliği ile anakarasına ‘renk’ getiren Lale’ye, olgunluğuna yakışır şekilde cevap verdi:
“ Sen hiç farkında olmamışsın sevgili ‘Kızıl Lale’. Yaşam anlatılan değil, yaşanılan kadar senindir. Görünenin ötesindekini görebilmek, doğanın eşsiz dengesini anlayabilmek her canlıya kısmet olmayacak bir zenginliktir. Ne senin yaşadığın o verimli topraklar, ne benim senin o dediğin ‘yavan’ topraklarım yaşamın mutluluk kaynağıdır. Mutluluk derin bir huzur ve bir o kadar bizi ‘biz’ yapan her şeydir. Ahenkli yaşam ile dertsiz, tasasız yaşamı karıştırmamak; tek bir nefesin nasıl ahenkle alınabileceğini fark etmek ve buna şükretmek gerekir. Bu yüzden ben bu topraklarda yaşamaktan mutluyum ve Tanrı’ya her an şükrediyorum” dedi.
Kızıl Lale böylesine verimsiz, kırk yılda bir canlıların uğradığı bir yerde nasıl mutlu olunabileceğini düşündü. Düşünerek uykuya daldı… Günler, Kızıl Lale ile Çöl’ün sonu gelmeyen, Laleyi düşündürdüğü kadar Çöl’ü de düşündüren sohbetler ile geçiyordu. Kızıl Lale şaşılacak şekilde buralara geldiğinden çok daha kızıl, çok daha sağlıklıydı. Çöl’ün sıcaklığına, sevgisine çok alışmıştı. Lale böylesine bir dostluğu daha önce yaşamamıştı. Mevsim gereği göçmen kuşlar küçük kafileler halinde gelmeye başlamıştı artık.
Kızıl Lale ise evine dönecek olmanın mutluluğunun yanında Çöl’den ayrılacak olmanın hüznünü yaşıyordu. Bir yere, bir şeye ait olmak böyleydi demek. Verimsizliğini, ahenksiz oluşunu beğenmediği bu topraklara adeta kök salmıştı. Buralara geldiği ilk zamanlarda Çöl’ün dediklerini şimdi pek daha iyi anlıyordu. Ona yaşamın gerçek ahenginin yaşayanın ‘kendisinde’ olduğunu öğreten, sert mizacının altında yumuşacık kalbini artık görebildiği Çöl’e uyurken sevgiyle uzunca baktı. Ve ayın şavkını yapraklarında hissederek usulca mırıldandı:
“Bahar gelende men de bitirem göy çemende, men baharın gızıyam, göyneği gırmızıyam… Uçmağa yok ganadım, gızıl laledir adım, çölü, düzü bezerem, elden ele gezerem…”
Kızıl Lale ‘yaşama göç etmeye’ artık hazırdı.