Fakirlik, sağlıktan yoksunluk, iflas etmişlik, üst üste gelen kazalar-belalar… Bunların her birini yaşamış insanlara bizler ‘bahstızlık’ ibaresini yapıştırıp orada bırakırız, öyle değil mi? Üstüne bir de uzaktan acır, üzülürüz. Ve hep deriz nedense bu hayatta bazı insanlar daimi bir deneme-sınama tahtası gibiyken, bazıları adeta pamuk döşenmiş yollardan geçerek her istediği varışa ulaşır. Yani biz öyle görüp değerlendiririz. Sorarım şimdi size sahiden deneme- sınama içinde olmak bahtsızlık mıdır? Onlar bizim şu garip dünyamızın bahtsızları mıdır, ne dersiniz?
Yaşama hangi noktada durup bakıyorsanız
kapsama alanını o şekilde görüp değerlendirirsiniz. Oysa hayatın bir değil
birden çok ayrı noktasında durmuşsanız gerçeğin yahut gerçek gibi bu dünyada
yaşanılan şeyin pek de öyle olmadığını anlarsınız. Yani sağlığınızla,
paranızla, canınızla sınanıyorsanız bir ayrıksı ot gibisinizdir ve hala hayatta
dimdik ayaktasınızdır. Şu anda hala bulunduğu durumdan hangi şart ve koşulda
olursa olsun ‘bahtsızım’ diye içinden geçiren varsa bunu derhal bir kenara
bıraksın. Bıraksın ki hepimizin şu canım dünyaya getirilişimizin Yaradan
tarafından bir sebebe bağlandığının farkına varsın.
Bırakalım kendimizi,
etrafımızı; dünya tarihinde öyle ‘bahtsızlar’ vardır ki, bu bahtsızlıkları
bazen dünyanın ve devrinin kaderini değiştirmelerine sebep olmuşlardır. Bunlardan
biri hemşirelik mesleğinde çığır açan ve adeta bu mesleği ve mesleğin
ilkelerini dünyaya kazandıran isim Florence Nightingale’dir. Hemşireliği meslek
haline getiren bu şifa meleği yaşamının yarısını, bir kısmı yatalak şekilde olmak
üzere hastalıklı şekilde geçirmiştir. Ölümünden sonra kimi tarihçiler onun
hastalıkları anlamak adına kendinde hastalık ‘uydurduğunu’, manik depresif yani
psikiyatrik sorunları olduğunu söyledilerse de onun bu ‘bahtsızlık’ durumunu insan sağlığının
iyileştirilmesi adına kullandığı açıktır. O bahtsızlığını sineye
çekenlerdendir. Yahut Leonardo Da Vinci..İtalya’nın bir dağ kasabasında Arap
bir köle kadının gayrimeşru çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Ne annesi ne de
babası tarafında kabullenilmeyen bu çocuk, bulunduğun devrin ve şu ana dek
dünya tarihinin nadir dehalarındandır. Resim başta olmak üzere mimari, müzik,
mühendislik, anatomi gibi pek çok alanda üretkenliği dünya tarihine ve evrenin
defterine not düşülmüştür. Sizce bahtsız mıdır? Hayır. Yalnızca bahtsızlığı
sineye çekmiştir.
Başta İslam
dininde olmak üzere diğer dinlerde ve inanışlarda da yer alan ‘hayır’ ve ‘şer’
kavramının da bu çerçevede var olduğunu düşünüyorum. Ve buna inanmak belki de hayatı
bu anlamda anlamaya biraz da olsa yardımcı oluyor.
Şimdi hala
kendine bu sebeple işkence çektiren varsa lütfen bunu bir kenara bıraksın ve
her türlü zorluğu yaşamanın keyfine, başarmanın ise hayaline kendini bıraksın.
Ne varsa elde
yalnızca ‘şu an’dır, unutulmasın.
AY’IN HER
HALİ GÜLENAY
Gülenay Elmacı.
26 yaşında yakalandığı lösemiden kurtulmak için yapılan ilik nakline bağlı
sıkıntılar sebebiyle hayata gözlerini yakın zamanda yumdu; başka ve hatta çok
daha makbul bir yaşamda gözlerini açtı. Gülenay’ın elleri kadar küçük olmayan
bir kalbi, güneşi kıskandıran ışığı, içine daldığınız mavi-yeşil gözleri vardı.
Şimdi gerçekten gökyüzünün bir meleği olarak dolaşıyor. Hür, özgür ve bir o
kadar huzur içinde. Umarım kulağıma adını fısıldadığın çocuğun ‘Güneş’ine kavuşmuşsundur. Şimdi benim, bizim için artık
Ay’ın her hali Gülenay. Nurlar içinde yat inşallah. Mekanın Cennet olsun
Gülüş...
Feride Hande
Gemici
www.handegemici.com