İnsan ‘artık oldum’ demeyecek. Dediği vakit, hep bir şeyler başkalaşıyor, farklılaşıyor, yaşam ayrı seyrinde yeniden başlıyor. Bir zamanlar, küçük bir kız iken yaz mevsiminin gelmesini dört değil on dört gözle beklerdim. Ya babaannemin, ya anneannemin yazlıklarında olmanın hayallerini kurardım. Hakikatenden deniz, güneş, tasasız öğle uykuları, mutlu temmuz sabahları, kahvaltılarıyla yıllar boyu canım yaz mevsimini geçirir olduk. Yazın bitiyor olması ciddi hüzün verirdi. Yazlık arkadaşlarımızla bir sonraki sene görüşmek ve mektuplaşmak üzere anlaşır, ağlayarak birbirimizden ayrılırdık. Sonra büyüdük, üniversiteli olduk. Yazlıklar kendi haline bırakıldı. Bizler soluğu değişen tatil anlayışlarımızla farklı diyarlarda almaya başladık. Çalışma hayatımız başladı ve derken artık yazı o kadar da sevmemeye başladık. Ben bu duruma bir dönem epey takmıştım. Nedendi acaba yazı, güneşi bu kadar severken şimdi puslu bir havadaki yemyeşil kırları özleyişim? Maviye doyum olmaz elbette ama bana yaz alışkanlıkları artık eskisi kadar ‘karakterli’ gelmemeye başladı. Bunun cevabı sanırım ‘Oldum, olduk’ dememekten geçiyor. Çünkü yaşam son derece özgür bir olgu. Bizler ise kendimize prangalı mahkumlar gibi davranıyoruz. Hayatın farklı evrelerde, farklı süreçler sonunda bambaşka zevkleri, duyguları, hissiyatları getirmesinin normal olduğunu unutuyoruz. Yani en azından kendim öyleyim. On yıl önce denize bakıp yazdığım bir cümleyi şimdi sonsuzlukla ilişkilendirdiğim uçsuz bucaksız kırlarda, bir araba yolculuğunda, dingin bir ağacın gölgesinde bir kahveyle daha keyifle ve içten yazabiliyorum. Sanırım mevzu yaşamın evrelerini kabul edebilmekte. Bununla birlikte insan zevkleri, beğenileri, arzuları sorgularken bir de şu soruda takılıyor. Yine diyorum en azından ben takılıyorum. Niye ben? Niye o? Niye bir başkası değil? Bu soruları başımızdan çeşitli kötü durumlar geçtikçe yahut tanıdığımız, sevdiğimiz insanların başına geldikçe sorarız. Soruyorum. Bir tarafta yaşamını daima bir pamuk tarlasına konmuşçasına geçirenler varken( görünen) diğer tarafta hastalıkla, sıkıntıyla, türlü mücadelelerle yaşamaya çalışanların olması tuhaf değil mi biraz? Evet, sorgulama sürecinin başında hakikaten tuhaf ve adaletsiz bir durumun olduğunu düşünüyordum ben de. Ki hala zaman zaman bu yanlışa sapmaktan kıl payı döndüğüm de oluyor. Ancak çözümledim ki yaşam gönlümüzü hoş geçirmemiz için yaradılışımızdan ibaret değil. Yaşam hakiki bir imtihan. Eğer çalışkan bir öğrenci olduğunuzu Yaratıcı görüyorsa imtihan sorularınızı ve niceliğini ağırlaştırıyor. Siz de buna inanç ve azimle sebat ederseniz beş yıldızlı pekiyi ile sınıfınızı geçiyorsunuz. Büyük başarıların ödülleri daima büyük olur. Bunu, bu sebeple unutmamak gerekir. Çıkan zorlukları da bu şekilde değerlendirirsek, bir başkasının sınanmış olmamasına imrenmezsek yaşam hepimiz için daha yaşanabilir bir yer olacaktır, ben eminim.
Yazımızın
yayımlandığı hafta Bayram Haftası. Ben de bu güzel Bayram’ın tüm gönüllere
sevgiyi, huzuru, mutluluğu getirmesini diliyorum.
Yaradan’ın
nicelerine erdirmesi temennisiyle.
Bir
Gözlem ve Çıkarım
Birkaç
gün evvel çalışanlarımızdan biri,
cezaevindeki oğlu telefon görüş günü olan Cumartesi telefonla aramadığı
için epey kaygılıydı. O gün cezaevini yeniden aramasını söyledim ancak
aradığını ve sürekli geçiştirdiklerini iletti. Anne yüreğine dayanamadım, ‘Ver
bir de ben arayayım’ dedim. Karabük Kapalı Cezaevi’nde yetkililere kendimi
tanıttım ve mahkûmun durumunun çok iyi olduğunu, anne ve babasını cumartesi
günü aradığını ancak telefonlarına ulaşamadığını öğrendim. Görevliler bir
sonraki hafta telefonla görüşebileceklerini belirttiler. Ben de böylelikle
gönül rahatlığıyla durumu çalışanımıza ilettim. Üç sene evvel Sinop Cezaevini
gezdiğim vakit tuhaf bir şekilde burada yatmış mahkumlar ve halihazırda cezasını çekmekte olan
mahkumlar için üzülmüştüm. Hala da bu tür durumlarda önyargılı olmadan muhasemi
yapmaya çalışırım. Özgürlüğün yaşamak ile eşdeğer anlamını bilirim ve bu yüzden
üzülürüm. Bilmesem de anlarım dör duvarın arkadaş olamayacağını, parmaklıkların
an be an yüreği hançerleyeceğini Ben, başkası ne derse desin bazı dramlara ve
kimi durumlara gözümü ve kalbimi kapayamam. Suçu ve suçluyu yüceltmenin tam
aksi bir duruştayım. Fakat gel gör ki, özgürlükten mahkum olunmuş bir canı da,
ne yapmakta olduğunu da, kaygısını da düşününce hüzünlenirim. Ne yapayım
böyleyim ben de...
Haftanın
Yazar ve Kitap Önerisi
Bu hafta
benim geç keşfettiğim ancak kitaplarını okumaya doyamadığım, hoş, esprili,
hayalperest ve fantastik çıkarımları olan bir Türk yazarın yani Selçuk Altun ve
kitaplarını önermek isterim. Selçuk Altun Oktay Rıfat hayranı ve kitaplarında
da sıklıkla bahseder. Kendisi bir finans adamı olmasına rağmen edebiyat
dünyasının farklı bir yerindedir kanımca. Ben daha fazla anlatmayayım ama siz
bu kitaplarını bir an önce alıp okuyun derim:
Yalnızlık Gittiğin Yoldan Gelir, Bizans Sultanı, Bir Sen Yakınsın Uzakta Kalınca, Annemin Öğretmediği Şarkılar