MURAT NEHRİ’NE DOĞRU BİR AĞRI
Işık daima doğudan yükselir hiç
şüphesiz. Birçok felsefenin, ilimin, bilimin kaynağı da doğunun ta kendisidir.
Bu sebeplerle ve topraklarımın doğu olması sebebiyle bunca yaşamımda görmediğim
memleketim Ağrı ve civarını görmek şart
olmuştu. Ramazan Bayramı tatilimizi doğunun sarı ve sonsuz güzellikteki
topraklarında, özlerimi hissederek geçirdim. Biraz anlatayım… Yolculuğumuzu
Erzincan, Erzurum üzerinden gerçekleştirmeye başladık. Doğu’nun Paris’i diye
birçok kentin ismini söylerler ancak kanımca Paris güzellemesini hakedenlerin
başında Erzincan geliyor. Erzincan yemyeşil caddeleri, şelaleleri, suya doyan
dağlıkları ve aydın insanlarıyla gerçekten bir cennet. Yolu düşenlerin ve hatta
düşmeyenlerin Yeşil Erzincan’ı yaşamlarında bir kez görmelerini tavsiye ederim.
Erzincan’dan yolumuz dadaşların memleketi Erzurum’a uzanıyor. Yeni Erzurum
tarafından Palandöken’deki otelimize yerleşiyoruz. Palandöken Erciyes’imiz
kadar yakışıklı bir dağ olmasa da tesisleri ve kış (kar-kayak) turizmi için var
olan alt yapısıyla kendine hayran bıraktırıyor. Palandöken’de gezerken Erciyes
Dağı’na yapılan yatırımların da geri dönüşümlerinin çok iyi olmasını içimden
geçiriyorum. Erzurum Cumhuriyetin en eski ve en önemli kentlerinden biri
olmasına karşılık, karışık şehir düzeni, eskinin tam ortasındaki çirkin
binalarıyla hayalimden uzakta bir fotoğraf veriyor. Buna karşın Erzurum’u
gezmek isteyenlere Milli Mücadele’de izlenecek yol için bir mihenk noktası olan
ve ‘Manda ve Himaye Kabul Olunamaz’ başta
olmak üzere birçok önemli kararın alındığı Kongre Binasını, Çifte Minareli
Medrese’yi, Taş Mağazalar’ı görmeleri ve
Erzurum Çağ-Oltu Kebabı ile kadayıf dolmalarının tadına bakmalarını öneririm. Erzurum
sonrası yolumuz durak noktamız ve varmak istediğimiz esas yer olan Ağrı
Dağı’nın eteklerine uzanıyor. Ve çok güzel bir karayolu ile Ağrı Dağı’nın
eteklerindeki memleketime varıyoruz. Ağrı bizi İbrahim Çeçen Ağrı Üniversitesi
ile karşılıyor. Yeni ve güzel bir üniversite olması mutluluk veriyor. Ağrı’ya
gitmeden önce doğruyu söylemeliyim ki köhne bir yer ile karşılaşacağımızı düşünüyordum. Oysaki
Ağrı yeni ve modern bir şehir havasında beni mahcup ederek ‘Hoş geldin’ diyor
ve buyur ediyor. Otelimiz şehrin girişinde yeni açılan Grand Cenas Otel.
Sahipleri dedemin akrabaları olan bu insanlar bizi gerçekten ‘evimizde’
hissettiriyorlar. Ağrı’daki ilk günümüzde şehre 6 km uzaklıktaki köyümüz
Yoncalı’ya gidiyoruz. Yoncalı Köyü ziyaretimiz öncesinde de babaannemin babası
başta olmak üzere öteki dünyaya göç eden tüm aile büyüklerimizin mezar ziyaretlerini
yapıp, ailenin 7 yaşından 13 yaşına kadar olan miniklerine büyüklerimizi
tanıtıyoruz. Yoncalı Köyü… Köyün girişindeki ilk ev büyük dedemiz Ali Osman ve onların çocuklarının yani bizim
evimiz ‘otağımız’. Ali Osman Dede’nin mezarı da uçsuz bucaksız ovaya ve Murat
Nehri’ne bakacak şekilde evimizin dibinde yer alıyor. Babam ile evden çıkıp
Murat Nehri’nin kenarına yürüyoruz. Sessizliğin sesi var mıdır deseniz,
Murat’ın kenarında ve uçsuz bucaksız kırda sessizliğin huzur verici sesini
duyduğumu söyleyebilirim. Ve şu anda burada bu yazıyı yazarken özlem içinde
kendimi orada hissediyorum. Vatan demenin ne demek olduğunu anlamayanlar
için Allah o yürekleri benim bu
hissiyatım ile doldursun demeden de geçmek istemiyorum. Günümüz köyün içini
gezerek, köyün çocukları ile bayramlaşarak ve bolca fotoğraf çekerek geçiyor.
Ertesi gün Ağrı Dağı’nı farklı ve güzel bir cepheden görmek için yaylaları
aşıyor ve Balık Gölü’ne geliyoruz. Burada gezginler ve fotoğrafçılar için
şahane fotoğraf kareleri ve keşiflerin olduğunu söyleyebilirim. Doğu’ya terör
sebebiyle gitmekten çekinenleriniz varsa, bizzat deneyimlemiş biri olarak bu
anlamda bir sıkıntı yaşamayacağınızı da söylemeliyim. Ağrı Dağı, Erciyes’imiz
gibi şehrin içinden gözükebilen bir dağ değil. Dağın en güzel görünümü yaklaşık
100 km. uzaklıktaki Doğubeyazıt’tan yakalanmakta. Hem bu sebeple, hem İran
sınır kapısını ve dünyanın ikinci büyük meteor çukurunu görmek üzere
Doğubeyazıt’a gidiyoruz. Doğubeyazıt Ağrı’ya nazaran daha karışık ve düzensiz bir
yer. Ancak dağı görmek için geldiğimiz Doğubeyazıt Poyraz sebebiyle dağın zirvesini
görmemizi pek istemiyor. Ve biz de sebeple
Ağrı Dağı’nı bu açıdan istediğimiz şekilde görüp fotoğraflayamıyoruz.
Şimdiki istikametimiz Doğubeyazıt’la özdeşleşen İshak Paşa Sarayı. İshak Paşa Sarayı, Doğubayazıt'ın 5 kilometre uzağında bulunan
bey kalesi. 1784 yılında Çıldıroğulları beyi İshak Paşa tarafından yaptırılan
saray 116 odası, türbe, cami, surlar, iç ve dış avlular, divan ve harem salonları,
koğuşları ile gerçekten etkileyici şekilde bizi karşılıyor. Anlatılanlara göre
döneminde Osmanlı Saltanatı tarafından bile kıskanılan bu sarayın yapımında
binlerce yumurta harç olarak kullanılmış hatta bölgede bir dönem bu sebeple
yumurta bulunamazmış. İshak Paşa’nın gezimi ve fotoğraflanmasının ardından
Doğubeyazıt içinde biraz alışveriş edip yöre yemeklerimizi yemek için merkeze
geri dönüyoruz. Bu taraflara yolunuzu düşürdüğünüz vakit Ağrı’nın ünlü
Abdigor köftesini muhakkak tatmanızı da tavsiye ederim. Abdigor köftenin
öncesinde doğu bölgelerde yetişen Çiriş otundan yapılmış olan kremalı çiriş çorbamızı
içiyoruz. Bu lezzetleri hakikaten ancak bu taraflara geldiğiniz vakit
tadabilirsiniz. Biz bu yemekleri Doğubeyazıt Ertur Butik Otel’in güzel
sunumuyla tadarken amcam Erdal tarafından da ünlü Ağrı Dağı Efsanesi hikayesi
de kulaklarımıza çalınıyor*. Tadı
damağımızda yemeklerimiz sonrası Doğubeyazıt keşfimizi bitirip yeniden köyümüzün
yeşil mavi güzelliği içinde geçirmek için Yoncalı’ya dönüyoruz.
Şimdi sorsanız yirmi yıllık bir
sürenin sonunda yarım Kayseri’li olduğumuz bir gerçek. Ancak yine de toprağımın
kokusunu almak, havasını solumak bir başka geldi tüm ailemize ve elbetteki
bana.Güzel ve unutulmaz hatıralarla geçirdiğimiz bu tatil; bizden sonraki
kuşaklara geçmişimizi anlatma, ceddimizi tanıtma gerekliliği ve önemini bir kez
daha hatırlatıyor.
Hep diyorum ya ceddini bilmeyen, geleceğini kuramıyor canım okuyan…
*Ağrı Dağı Efsanesi, Yaşar Kemal'in destansı romanlarındandır. İlk basımı 1970'de yapılmıştır. Roman Ağrı Dağı'nda bulunan dağ köylerinden birinde yaşayan Ahmet ve o dönemde oranın yöneticisi olan Mahmut Han'ın kızı Gülbahar arasındaki aşkı ve bu sevdalıların kavuşmak için yaptıklarını anlatır. Romanda öne çıkan diğer önemli öğeler kaval ve olayların başlamasına sebep olan Mahmut Han'ın güneş simgeli eğeri olan atıdır. Destanın geçtiği dönemde yaşamış halkın kültürüne ve ananelerine yer verilir. Bunların dışında roman anlattığı destansı karakterleri üzerinden insan psikolojisini irdeler.
Feride Hande Gemici
fhandegemici@gmail.com