“Hasretlerimi özlüyorum.” Cümlesinin ardına birçoğumuz bambaşka senaryolar yazabiliriz. Ancak bu sözü söyleyip anlatmak istediklerine devam eden kişinin derdi, sıkıntısı biraz da farklı. Onun derdi bir zamanlar çok emek verip, vefalı davrandığı dostlarına duyduğu hasretin artık içinde olmaması. Yani kırgınlıkları, sergilenen vefasızlıklar içinde o kadar büyümüş ki; o acı veren hasret duygusunu bile hissedemez olmuş. Bin koymuş, bir bile alamamış. Fedakârlığı hep kendi yapmış, karşılığını bulamamış. Bu sebeple de bir zamanlar ayrı kaldığı vakitler hasret duyduğu dostlarına artık aynı hasretleri duyamıyor ve kaybettiği hasretlerine üzülüyor.
Açıkçası ben hiç
bu iki sözcüğü yan yana getirip, serzenişimi böyle açık bir şekilde ifade
etmeyi düşünmemiştim. Ta ki bu hayatta en önem verdiğim kişilerden birinin
“Hasretlerimi özlüyorum...” ile başlayan nasihatini dinleyene kadar. Öyle ya
insan bir gün hasret kaldığı şeye hasret kalmaktan vazgeçebilir. Ve demek ki bu
vazgeçiş onu yaralayacak ve üzecektir. Çünkü yaşamı hep karşılıksız yaşamışsındır.
Bin koyup, bir almayı bile aklına getirmemiş, beklememişsindir. Ama bir gün
belki de yaşın kemale ereceği o vakitlerde bu hasretlerin yalnızca ‘sen’ olduğun
için var olduğunu anlayacaksındır. Elbette karşılıksızlık bir Allah’a mahsustur.
Haşa, biz faniler o halde ne suretle karşılıksız bir şekilde yaşayabiliyoruz? Açıklamak
isterim ki karşılık mevzuu burada madden bir ölçü olarak belirtilmiyor.
Anlatanın daima karşı taraf olması, sorunların yalnızca başkalarına ait olması;
‘sen’in daima problem çözen, dinleyen, sıkıntıyı içine atan taraf olmanla
alakalı çoğu zaman. Yani dostluk dediğimiz şey de işte kırılacaksa tam bu
noktada kırılıyor. Yaşam hep tek tarafın yüklendiği bir teraziye izin vermez
canım okuyan. Bu bir süre sorun yokmuş gibi görünse de insan fıtratı en
nihayetinde buna karşı bir duruş sergiler. Ve bir gün gelir “Hasretlerimi
özlüyorum.” Cümlesinde durup kalır.
Bu cümleye
bağlanan nasihatta, “Öyle yaşa ki bir gün o olgunluk evresine geldiğinde
hasretlerini özleyecek yaralanmaları yüreğinde kanıyor halde bırakma!” fena
halde önem taşıyor kanımca. Yani bana, bizlere ‘sadeleş’ diyor. Herkesin yükünü
üzerinde taşımak bir başarı değil. Başarı o yükleri dengeli bir şekilde
paylaşmayı bilmekte, diyor. Çok kalabalıkların insanı mutlu etmekten çok zayıf
bırakıp, mutsuz edeceğini söylüyor. Sendeki ışığı her gören, güneş misali “Beni
de ısıt, beni de!” diye pervane olacak ya buna izin verme diyor. Kendi ışığını
söndürme, önce kendin için ışığını saç diyor.
Vuslat olduğu
sürece hasretler güzeldir. Bu yüzden güzel hasretlerimiz bilinenin aksine bizi
üzmez canım okuyan. Bizi üzecek olan bir gün hasretlerimizi özleyecek
olmamızdır. Bunun içinde yaşarken kime, neye, ne kadar ışığımızı
yansıtacağımızı; kapılarımızı açacağımızı öğrenmemiz gerekecektir. Çok geç olmadan
hasretlere hasret kalmadan, pek tabi..
Feride Hande
Gemici
fhandegemici@gmail.com