Bir vakitler okuduğum bir söyleşideki kadının şu sözleri aklıma geldi. Diyordu ki; “Kendimi bir ağaç kovuğu gibi hissediyorum. Henüz hiç filizlenmemiş, koca bir ağaç…”. Kimilerimiz kimi zaman işte tam da böyle hissederiz.
Ağaç kovukları olgunluğun, ermişliğin simgesidir. Herkes onların
gövdesine yaslanmak, hikmetinden nasiplenmek, bazen dinlenmek ister. Herkesin
gözünde ihtişamlıdır. Ancak o kovuk bazen kendi yeşilliğine, filizlerine dönmek
ister. Başkalarına sırt, arka olmaktan kendini ihmal ettiğinin farkına bile
varmamıştır. Ne zaman ki kovuğu susuzluktan çatlamaya başlar, güveler vücudunu
örselemeye başlar aklı başına o vakit gelir.
Türlü kuşlara ev sahipliği, çeşitli canlılara yol arkadaşlığı
yaparsın. Zamanla komşu dallara uzanmak, sarmaşık misali sarılmak istersin. Bir
bakarsın köklerin salınırken aldığın yaraların bandı, kovuğunun delikleri
olmuş. Kökünü saldığın o canım yeryüzü, göğe uzanacak dallarını tek tek aşağıya
çekmiş. Bir bakmışsın toprak senin yükünü çekeceğine, sen toprağın yüküyle
yerle bir olmuşsun.
Bazen bir fidan gibi
yemyeşil gözlerle toprağa kök salmak da istersin. Sonra bakarsın ki doğa ana,
sana bırakmadan, sormadan kökünü çoktan sokmuş canım toprağa. Boyun eğer,
kanunu budur dersin. Köklerin salındıkça toprağa acı çekerek büyümeyi
öğrenirsin. Acı çeke çeke huzura ve mutluluğa yelken açarsın.
Topraktaki her canlının yegâne dostu olursun. Solucanlara,
karıncalara yaptığın ev sahipliğini; dalların dallandıkça, kovuğun genişledikçe
türlü ötücüye, kraliçe arılara, baykuşlara yaparsın. Kâh bir çift aşığın
şahitliğini, kâh bir derviş çobanın hikâyesini sır küpü misali saklarsın.
Canım okuyan diyeceğim o ki, koca bir ağaç kovuğu da olsan, uçsuz
bucaksız Mezopotamya toprağı da olsan verimli olabilmek, filizlenebilmek için
önce kendine yer vereceksin kovuğunda da toprağında da..Sen varsan, sana
yaslanacaklar da var diye düşüneceksin. Çünkü hiç kimse kurumuş bir kovuğa
sarılmak-yaslanmak, çorak bir toprağa girmek istemez.
Mutluluk filizlerinin yeşereceği günler temennisiyle,
Sevgiyle,
Feride
Hande Gemici
fhandegemici@gmail.com
Bir Gözlem Ve Çıkarım: Belki de
birçoğunuz gibi sabahları işe geldiğimde öncelikle internetten gazetelere şöyle
bir göz atmaya çalışırım. Bu hafta yazımı yazmak için yine bilgisayarımın
başına oturmuştum ki ‘Candy Crush’ adlı hepimizin bildiği bu akıllı telefon
oyunu hakkında bir yazı okuma fırsatı buldum. Stockholm merkezli olan oyunun
yaratıcıları, oyunun neden bu kadar sevildiğine dair başlıkları bir bir
sıralamıştı. Oyunun tek elle oynanabilmesi, oyuncuya ‘Çok tatlı’ ‘Tebrikler’
gibi hareketli ifadelerde bulunması, kişiyi sıkmaması gibi özellikler tercih
sebepleri arasında yer alıyordu. Benim tam da burada bu oyun ve benzerleri
üzerinden bir çıkarımım olacak ki birileri insani güzelliklerimizi,
renklerimizi birbirimizle paylaşmamıza fırsat vermeden sanal dünyanın sahte
renkliliğine hipnotize ediyor. Bir toplulukta birbirimizin gözlerine bakmadan
candynin renkli gözleriyle büyüleniyoruz adeta. Bilmem anlatabildim mi?
BİR AHMET HAMDİ TANPINAR ŞİİRİ
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.
Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.
Başım sükutu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.