Siz siz olun bayramlarda yurtdışı tatili yapacağım diye zorlamayın kendinizi ! İstanbul’daki tur şirket sahibinin ben dahil Türkiye çapında 870 kişiyi dolandırıp kırmızı bültenle aranıyor olmasını düşününce tavsiyemde haksız sayılmam sanırım.Ama atalarımızın” Her şerde bir hayır vardır” diyerek ne doğru söylemiş olduklarını bu deneyimimle bir kez daha iyi anlıyorum.Sevgili amcamın organize ettiği ve bir anlamda kendi geçmişimize yolculuk sayılacak Dedeağaç-Kavala-Selanik ve çevresi TURU’na bu vesile ile dahil olmuş oluyorum.İpsala Hudut Kapısından ,trafik yoğunluğu hariç, kolayca geçiyoruz.Ancak hatırlatayım sınırdan geçmek için yeşil pasaport dışında muhakkak vize gerekiyor.İpsala’dan yaklaşık 1 saatlik bir yolculuk sonrasında varıyoruz Alexandroupolis yani Dedeağaç’a…Burası sınıra en yakın Yunan şehri.Yol boyunca Camilerinden anlaşılan Türk köylerini görüp duygulanıyorum kendi adıma… Dedeağaç, Ege’ye nazır yaşamı ,insanları,yeme-içme kültürü ile adeta küçük bir Türk kenti.Hatta ülkemizin ve bölgemizin en bilindik mobilya markalarının showroomlarını bile görüyoruz burada.Sokakları gezerken karşımıza binbir çeşit peynirin sergilendiği dükkanlar,balık marketleri,kahve yerleri çıkıyor. Öğle yemeğimiz için bilenlerin, alışkanlık haline getirdiği Erika Otel sokağında bulunan Kanabidis adlı sevimli restorana doğru yol alıyoruz.Buranın özelliği tabak yerine yağlı kağıtta servis edilen “Greek Salata”,patates kızartma ve enfes köfteleri...Hiç merak etmeyin; yemeğin üzerine orta şekerli Türk Kahvelerimizi de içip ,bir sonraki durağımız Kavala’ya doğru hareket ediyoruz.Kavala, Osmanlının en önemli kentlerinden biri olup Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın da doğduğu bir kent.Küçük bir şehir olan Kavala enfes koyları ve Bodrum’u andıran beyaz mimarisiyle karşılıyor bizi.Taşoz(Thassos) Adası’na bakan otelimiz Lucy’e yerleşiyoruz.Kavala’dan haftada birkaç kez Midilli ve Taşoz Adasına feribot seferleri düzenleniyor.Bu yaz tatilinde Taşoz Adasın’da 1 hafta geçirmeye karar verdiğimizi söyleyecek olursak görmeden hatta kalmadan geçmeyin derim...Akşam yemeğimizi çeşit çeşit deniz mahsulleri ve Ouzo eşliğinde keyifli bir restorantta yiyoruz.Kavala’da şehri turladıktan sonra tepedeki Ortaçağ Kalesi görülmesi gereken yerlerden.Bir sahil kenti olmasına rağmen ciddi bir gece yaşantısının olmaması biraz hayal kırıklığı yaratsa da hafif müzik eşliğinde birkaç Cafe&Bar’da gecenizi sonlandırabilirsiniz. Ve Thessaloniki…Selanik…Ata’mızın doğduğu şehre girerken evini ziyaret edeceğimiz ve soluduğu havaya şahitlik edeceğimiz için ekibimizin hepsinin hayli heyecanlı olduğunu söylemeliyim…Karmaşık trafiği ve pek de bakımlı olmayan sokaklarıyla Yunanistan’ın 2.büyük kenti olan Selanik ilk etapta bir hayal kırıklığı yaratıyor.Konsolosluk binamızın da bulunduğu bahçede yer alan Atatürk’ümüzün doğduğu eve giriyoruz...Doğduğu oda,annesi Zübeyde Hanımın odası,banyosu...Eve ait ve Atatürk’ün yaşadığı diğer mekanlardan getirilmiş kahve fincanları,sürahisi ve daha nice özel eşyaları;duvarda asılı ilkokul ve ortaokul karnesi...Belki de defalarca inip çıktığı merdivenlere ayak basarken başka bir ruh alemine giriyorum...Yüce Türk’ü bir kez daha ve belki de en sevdiği yerde özlem ve rahmetle anarak çıkıyoruz Ev’den... Atatürk’ün doğduğu evin çıkışında bir kahve molası da vermeyi unutmayarak ,evin tam karşısındaki kafede muhteşem lezzetteki kahvelerimizi yudumlayıp devam ediyoruz.İçini gezemediğim ancak tavsiye edeceğim bir yer daha var ki ;Atatürk’ün evinin bir aşağı Caddesi üzerinde yer alan ve kenti koruduğu varsayılan Aziz Ayios Dimitrios’un Kilisesi...Selanik ilk görünüşte uzun sahil şeridi ve insanların rahat yaşamları ile adeta küçük bir İzmir...Kordona benzeyen sahiline bakarken kendinizi ünlü yönetmen Theo Angolopoulos’un filmlerinden birinde hissetmeniz mümkün...Kordon boyu yürüyerek buranın simgesi Beyaz Kule’yi ve sahil şeridini fotoğraflıyorum.Selanik’in en hareketli ve keyifli yerlerinden biri burası...Onlarca kafe ve barıyla şehrin kalbi burada atıyor gibi...Saat öğleden sonra 2-3 gibi olmasına rağmen bir tatil günü havasında tüm gençlerin bu kafe ve barlarda büyük gruplar halinde vakit geçirmekte olduğunu gözlemliyorum.Yunanistan’ın geçirmekte olduğu ve iflasa varan ekonomik kriz göz önünde tutulursa açık bir işsizliğin var olduğunu söylemem de pek yanlış olmaz sanıyorum. Yürüyerek Selanik sokaklarını geziyor, Mitropoleos ve Tsimiski Caddelerinde alışveriş ediyor ve hiç ummadığım halde hoş bir yerde muhteşem İtalyan yemeklerinin tadına bakıyorum; gidemediğim İtalya seyahatine inatla... Selanik’te gün boyu “GÜZEL” insanlar görüyorum.Bindiğimiz taksinin şoförü ile konuşmaya başlayınca 2 milyonluk nüfusun yarısının Ukrayna,Makedon,Bulgar göçmenlerinden oluştuğunu ve GÜZEL olmalarının temelinin ,kendi yorumuyla bu olduğunu öğreniyorum.Selanik’te her bir köşede Scooterdan Harley kullanan kadınları görmek mümkün.Bu sebeple şehir yaşamının medeniliğine ve kadınların özgüvenine hayran olmamak elde değil.Uzun süredir içimde kabaran motor sevdasını, Selanikli kızları da görünce gerçekleştirme yolunda adımlar atmaya karar veriyorum...Günün yorgunluğunu Selanik’in en iyi balık restoranı olan MAIAMI’de enfes barbunlar ve ünlü Barbayanni Ouzosu ile atıyoruz.Mekanın duvarlarında mekan sahibi Dimitri’nin dünyaca tanınmış birçok isim ile birlikte çekilmiş fotoğraflarını da görmek ayrı bir hoşluk oluyor.Gecenin devamını Selanik’e tepeden hakim konumuyla yer alan Kalenin etrafındaki barlardan birinde keyifle tamamlayarak otelimize yol alıyoruz.Daha 3 gün önce buralara yolumun düşeceği aklıma bile gelmezken hayatımdaki en önemli insanlar; ailem ile geçirdiğim seyahat ve unutulmaz anılarla dönüş yoluna koyuluyoruz.Henüz yeni yola çıkmışken, yaramaz kuzenim Ali ve babası sevgili amcamın bizleri yoldan çıkarması ile artık BİZİM Köftecimiz olan Dedeağaç’taki Kanabidis Restoran’a uğrayıp kağıtta köftelerimizin tadına ŞİMDİLİK son kez bakıyor ve bir sonraki “BatmazTur”un istikametini Üsküp-Manastır-Ohri(Makedonya)olarak belirleyip Yeditepeli Şehr-İ stanbul’a neşeyle hareket ediyoruz ...
Sevgiyle,