Henüz genç kızlığa adım attığım dönemlerde yalnız kalmayı sevmediğimi, yalnızlıktan korktuğumu söylemiştim büyüklerimden birine. Aldığım cevap bu dünyaya yalnız geldiğimizi ve her ne kadar etrafımızda birçok insan da olsa uyurken, yürürken, düşünürken ve bu hayattan göç ederken hep Yalnız olacağımızı söylemişti. Bir süre bu düşüncenin belki de birçoğumuz gibi beni üzdüğünü ve hatta korkuttuğunu söylemeliyim. Ancak olgunlaşıp, büyüdükçe, hikâyelerimizdeki kısa paragrafların uzun paragraflara dönüştüğünü gördükçe, kendimce farklı bir yorum getirerek bu durumu kabul etmiş oldum.
Fark etmek sonrasında sorgulamayı ve beraberinde düşünmeyi de getiriyor. İlk tanıştığım yalnızlık yüce Tanrı’nın Ol dediği bir düzenden kaynaklanıyordu: İnsanoğlu yalnız doğar, yalnız göçerdi bu dünyadan; dolayısıyla yapılacak bir şey yoktu. İNSAN olmanın bir açıdan külfetiydi, nice nimetinin yanında. Ancak yürekli ruhlar, akıllı beyinler ve dayanıklı vücutlar bu Yalnızlığı nice nimet içine katıp yol alabilirdi. Yaşamın olgunlaşma döneminde fark etmeye başladığım/başladığımız yalnızlık ise başka bir şeydi. Birçoklarınca ifade edildiği gibi Kalabalıklar içindeki Yalnızlıklarımız… Aslolan ve sorgulanan… Benliğimizle vücut bulan zenginliklerimiz hislerimizle yoğrulup doruğa ulaştığı vakit bir yere akmasını ve böylece arınmayı bekleriz. Belki bir yazı, belki bir müzik ya da bir başka insan… Yaşadıklarımıza ortak olmasını bekler, anlaşılıp aynı yöne bakmaya çalışırız. Çoğu zaman ortak olunamaz, anlaşılamaz ve farklı bir yönde BULURUZ kendimizi. Kendimiz ile baş başa kaldığımız bu vakitlerde sınırlarımızı zorlayabilecek zenginliklerin başka bir “Yalnız” bedende bulunamayacağını fark edebiliriz. O vakit insanoğlunun iç dünyasına yolculuğu başlar. Kendisine, hayatındakilere ait çıkarımları daha detaylı yapar. Çok şey öğrenme ve okuma isteği, uzakları keşfetme çabaları ZİRVEYE ulaşır. Kısacası Yalnızlık “BEN” e doğru yapılan doyumsuz ve karşı konulamaz bir yolculuk olup çıkıverir. İnsan kendisindeki değişim ve gelişimle doruklara uzanır şekilde bulur kendini. Peki ya o kalabalıklar? O kalabalıklar yalnızlıktan, yalnızlardan nefret ederler. Yalnız insanın güçlü, başarıya doymayan ve karşı konulamaz cazibesi karşısında ezilirler. Bu yolculuk onlar için tehlikeli, anlamsız ve “Yalnızlık” deyip küçümsedikleri bir hadisen başkaca bir şey değildir. Zaten o yüzden O kalabalıklar içinde Ben’leri ile bir başına “Yalnızdır” bazıları.
Siz ise buna eşsiz keşifler ile dolu hayatlarımız için bir garip Dost mu, yoksa hain bir düşman mı dersiniz bilemiyorum... Ancak ben hepimizin yalnızlığına açılan bir kapısı olduğunu ve ancak bu kapıdan içeri girmeye cesaret ettiğimiz vakit kendimiz ve beraberinde yaşamımızdaki her şeyi tüm duyularımız ile algılayıp anlayacağımıza inanıyorum.
Sevgiyle,
NOT: Yapmış olduğu bir fotoğraf sunusunun etkisi ile yazımın başlığına ilham veren fotoğrafçı dostumuz Hüseyin Bayram’ a teşekkür ederim