Geçtiğimiz hafta, bir süredir yapamadığımız seyahatlerimize eşimle yeniden başlamış olduk. Rotamız eşimin işi sebebiyle ilişkilerinin olduğu ve çok sevdiği arkadaşlarının bulunduğu Sırbistan’ın Belgrad şehriydi. Belgrad yani Sırpça Beograd iki milyon civarında nüfusu ile eski Yugoslavya’nın ve şu anda Sırbistan Cumhuriyeti’nin güzel başkenti.
Belgrad’aİstanbul üzeri bir saat on beş dakikalık kısa bir uçuştan sonra varıyoruz. Öncelikle şunu söylemeliyim ki seyahatimiz öncesinde Balkanların yakın tarihi ve dolayısıyla Sırp halkı ile ilgili son derece katı düşüncelerim vardı. 1991-1995 yılları arasında hüküm süren savaş, Srebrenitsa olayları açıkçası bu halka karşı önyargılı olmama sebep olmuştu. Tarihin gerçeklerini elbette değiştirmek mümkün değildir. Ancak halklar nezdinde böyle bir düşmanlığın olmadığını da bu gezimde çok daha iyi gözlemlemiş oldum.
Uçağımız tam vaktinde Nikola Tesla Havaalanına iniyor. Valizlerimizi aldıktan sonra alandan dışarı çıkıyoruz ve bizi arkadaşımız Milan karşılıyor. Milan o gece bizim gelmemiz sebebiyle hayli heyecanlanış olduğunu anlatarak bizi Belgrad da kalacağımız otelimiz’ Moskva’ya ulaştırıyor. Otel, bilenler için İstanbul’un Pera Palas’ı ayarında, sade ve karakteri olan bir yer olarak hafızama kazanıyor. Otel Moskva Robert De Niro, BraddPitt gibi dünya çapında birçok ünlüye ev sahipliği yapmış. SrpskishVladara Caddesi üzerinde olan otelimizin şahane cafesinde Sırpların da bayıldıkları Türk kahvelerimizi içerek gelen geçeni izliyoruz. Unutmadan,otelde Milan’ın kız kardeşi Ivana ve erkek arkadaşı Petar da bize katılıyorlar. Her ikisi de savaşın izlerini hala üzerinde taşıyan ancak bir yanı Avrupalı bu şehirde aktris ve aktörlük yapıyor. Hatta otelin cafesinde oturduğumuz sürece çoğunluğu genç kız olan hayran grupları özellikle PetarStrugar’dan imza almak için yanımıza geliyor. Buradaki keyifli sohbet sonrası şehri yürüyerek keşfe çıkıyoruz.
KnezMihaliova Caddesi, trafiğe kapalı ve yalnızca yayalara açık, mağazaların, kafelerin bulunduğu ve bizim Beyoğlumuzu andıran hoş bir yer. Burada yol üzerinde Ulusal Kütüphaneyi ziyaret edebilirsiniz. Caddeyi geçerek RebuplicTrg yani Cumhuriyet Meydanı’na geliyoruz. Buluşmaların adresi olan bu meydanda Sırp PrensMihailoObrenovic’inata binen heykelini görebilirsiniz. Anlatılana göre bir eli ileriyi işaret eden heykelin İstanbul’u gösterdiği biliniyor. Burada biraz fotoğraf çektikten sonra Belgrad şehrinin simgelerinden Kalemegdanyani Kalemeydanayürüyerek çıkıyoruz. Sırpça da birçok Türkçe kelimeyi bulmanız mümkün. Kanuni Sultan Süleyman döneminde alınan Belgrad yüzyıllar boyunca Osmanlı hükümdarlığında kaldığından dilimize ait pekçok ortak kelimeyi görebileceksiniz. Yolda yürürken konuştuğumuz satıcılar ve arkadaşımız Milan’dan edindiğim bilgiler çerçevesinde Türklere karşı büyük bir hayranlık beslediklerini öğreniyorum. Sırbistan’da birçok evde Muhteşem Süleyman ve beraberindeki birçok Türk dizisinin en çok izlenenler olduğunu bu sebeple yadırgamıyorum. Arkadaşımız Milan’a birkaç Türk markasının mağazasını Belgrad da gördüğümü söylediğimde “Tabi ki Hande, en iyi ürünler burada hep Türk markalı” diye cevap veriyor. Yürüyüşümüze Kalemeydanın içindeki gezintiyle devam ediyoruz. Tuna ve Sava Nehirlerinin üzerinden batan güneşi fotoğraflayıp o gün için otelimize dinlenmek için geri dönüyoruz. Ertesi gün Sırp Krallarının yaşadığı şimdilerde Belediye Binası olarak kullanılan TheOldRoyalPalace’ı, hala inşaası devam eden Büyük Ortodoks Kilisesi’ni ve dahi fizikçi Nikola TeslaMüzesini ziyaret ediyoruz. Arkadaşımız Ivana’nın da içinde bulunduğu at yarışı için Belgrad Hipodromuna gidiyoruz. Söylemeliyim ki yarışı izledikten sonra hipodromun içinde bulunan restoranda yediğimiz kuzu unutulmazdı. Belgrad gezimiz boyunca pastalar, dondurmalar ve sis cevap-şiş kebap dedikleri etler hakikaten muhteşemdi. Gidecekler için özellikle denemelerini tavsiye ederim.
Akşama doğru Sava Nehri üzerinde kurulmuş bir yer olan ve Ada dedikleri keyifli yere gidiyoruz. Ada içindeki parklarda yürüyüş yapabilir, yaza denk gelirse seyahatiniz yapay gölde yüzebilir ve nehrin kenarındaki kafelerde keyifli vakit geçirebilirsiniz. Akşam yemeğimiz için üzerinde meyhane benzeri ve sırpların Kafana dedikleri hem yemek yiyebileceğiniz hem başucunuza gelen müzisyenlerden Balkan müziği dinleyebileceğiniz Skadarlija’ya geliyoruz. Kafana’lar Belgrad gece hayatının simgesi. Mutlak surette denemelisiniz.
Belgrad seyahatimizde uluslararası boyuttaki Belgrad Maratonu’na denk geliyoruz. Hem de ne denk gelme! Organizasyon tam da otelimizin önünde gerçekleşiyor. Maraton için gelen ve tarihin başarılı maratoncusu Carl Lewis’i de bu vesileyle görmüş oluyoruz ve hatta aynı otelde kalıyoruz. Günümüzün devamını belki de benim en çok hoşuma giden Belgrad’ın Zemun denilen Tuna kenarındaki bölgesinde geçiriyoruz. Burada nehir boyu yürüyüşün ardından şahane Şaran Restoran’daakşam yemeğimizi yiyoruz. Yemek sonrası Ivana ile Petar’ın sahne aldıkları Belgrad Drama Tiyatrosundaki oyunlarını izleyip farklı bir deneyim ediniyoruz.
Ve artık güzel ülkemize dönüş vakti geliyor. Belgrad ve dostlarımız tarihin gerçeklerinin yanında insani gerçeklerin de var olduğunu ve önyargının her zamanki gibi kötü şey olduğunu yeniden öğretiyor bana. İnanın Türkiye ve Türkler onlar için pek kıymetli pek mühim pek güçlü…
Ve yine de dünyanın hangi şahane şehrinde olursam olayım seyahatin en kıymetli tarafı, dönebileceğimiz şahane bir vatanımızın olmasıdır herhalde. Garip gelir belki çoğunuza ama uçağımız Edirne’den Türk semalarına girince gözlerim dolu doluoluyor ve tuhaf bir rahatlamayı üzerimde hissediyorum.
Sevgiyle,