Doğu toplumlarına hükmedilen 'kaderdir'; arada kalmışlık, sıkışmışlık... Hele o 'doğu' toplumu canım ülkem gibi bir elini batıya uzatmışsa, bu daha ileri bir düzeyde tezahür edebilir. Şu vakitler bu sıkışmışlığın, ölçülü gösteriş ile 'gösteri'nin karıştırıldığı 'Düğün'ler ve 'Kına'lara biraz takmış, takılmış durumdayım. Belirteyim; düğün hadisesini bir yana koyarsak 'Kına' ve 'Kına Yakma' töreninin en muhteşem geleneklerimizden biri olduğunu bilirim. Ancak günümüzde ve özellikle yaşadığım Anadolu'da bu güzelim 'tören'in nasıl bir 'sirk'e dönüştürüldüğünü gördükçe hüzünleniyor, hüzünlendikçe kızıyorum. Batının o deli gömleğinin altına çektiğimiz 'muhteşem' oryantal kıyafetlerle neye benzediğimizi, yahut benzemediğimizi görebiliyor muyuz acaba? Sadeliğin en yüksek gelişmişlik düzeyi olduğunu kaçırıyor, paranın yettiği yere kadar her ne varsa er meydanında sergilemekten pek bir mutlu oluyoruz. Son zamanlarda 'buralarda' kına gecelerinde hedef 'kınayı yakmak', dualar ve iyi niyet temennileriyle gelin vermek, damat etmekten çok; gelinin kendini en az on yaş büyük gösteren ve en az on adetten oluşan gece kıyafetlerini podyuma sürdüğü, 'zenginliği' temsilen külçe halinde üzerinde taşıdığı takıları ile dönüp dolaştığı, şehrin okumuş-endamlı kızlarının bir sonraki sıranın kendine geleceğinden hevesle 'görücüye' çıktığı bir 'gösteri' halini almış durumda.
Ağırlığın, takılan külçe halindeki takılarda yahut 'gelin masumiyeti' ile örtüşmeyen zarafetten son derece uzak kıyafetlerde değil, ince bir duruşta olduğunu sanırım unutuyoruz. Ülkede yaşanan nice acı için gösterilmeyen, gösterilemeyen 'abartı'nın 'medeniyet'ten son derece uzak olan bir tavır ile böyle masum bir hadisenin içine sokulmasına izin veriyoruz. Esasında biz bu değiliz. Özümüze aykırı bu 'abartı'nın Batı yahut Doğu'dan farklı; tanımı ve karşılığı olmayan bir kaybolmuşluk kültürünün ve emperyalizmin kuşattığı ruhların tezahürünün bir parçası olduğunu anlamalıyız. Ve derhal bundan vazgeçmeliyiz. Malum son yıllarda hemen birçoklarının elinden 'sözde' Tasavvuf Edebiyatı'nı anlatan kitaplar düşmüyor. Halbuki 'gerçek' tasavvufun, bu olguyla bedenleşenlerin yaşamlarına taban tabana zıt hayatları yaşadığımızın farkında mıyız?
Sanal alemde Yunus Emre'den, Mevlana'dan ve daha nice bu toprakların 'yalın' insanların sözlerinden nüktelerde bulunurken, bu çiğ alaturka yaşam tarzı ile kendimizden evvel onları kirletiyor, yozlaşmanın hakkını veriyoruz.
Halbuki bu büyük gönüllü, küçük kaftanlı, mütevaziliğin türlü hallerini üzerinde barındıran insanların yaşadığı canım Anadolu topraklarında ne büyük sorumlulukların, ne büyük duruşların bizlere düştüğünü anlamalıyız.
Şapkamızı önümüze alıp düşünmenin vaktidir diyorum, sayın okuyan...
Hüma Kuşunun Gölgesi Üzerinize Olsun,
Feride Hande BATMAZ